<$BlogItemBody$>
DELİKANLI, çalıştığı ayakkabı atölyesinde bölüm şefi olmuş ve aylığına yüklü bir zam yapıldığı için, evlilik hazırlıklarında bulunmak üzere yeni bir apartman dairesine taşınmıştı. İki aydır burada oturmasına ve bazı günler defalarca içeri girip çıkmasına rağmen, apartmandaki komşulardan hiçbiri onunla ilgilenmemişti. Ama dış kapıya bitişik olan zemin kat penceresinde gördüğü beş-altı yaşlarındaki çocuk, onlardan çok farklıydı. Delikanlı, evden her çıkışında onu aynı pencerede bulur ve gülümseyen gözlerle el sallayan çocuğa, avuç dolusu öpücükler gönderirdi. <İlkbahar geldiğinde, delikanlı o güne kadar hep buğulu bir cam arkasından görebildiği küçük arkadaşıyla sohbet etme imkânı buldu. Artık havalar ısındığı için pencereler açılmış ve evler çiçek kokusuyla dolmuştu. Anlattığına göre, küçük çocuk annesiyle birlikte yaşıyordu. Babasının ise Almanya’da çalıştığı ve bir gün mutlaka döneceği söyleniyordu. Delikanlı, yaklaşan bayram için çocuğa bir hediye vermek istediğinde, ona hangi tür ayakkabılardan hoşlandığını sordu. Çocuk, böyle bir hediye beklemiyordu. Önünde oturduğu pencerenin camına parmağıyla birşeyler çizerken:
—Uçan ayakkabılardan isterim, dedi. Ayağıma takar takmaz uçurmalı beni.
Delikanlıya göre, çocuğun bir hayâl dünyasında yaşadığı kesindi. Ama bütün küçükler hep böyleydi. Daha sonraki sohbetlerinde, o tür ayakkabıların sadece filmlerde olabileceğini söylediyse de, çocuk bu fikrinden vazgeçemedi. Bayram günü geldiğinde, delikanlı birkaç değişik ayakkabı alarak onu ziyarete gitti. Küçük çocuk, gelenin kim olduğunu çok iyi biliyordu. Kapıyı büyük bir heyecanla açarak onu karşıladı ve tekerlekli iskemle üzerindeki felçli vücudunu dik tutmaya çalışarak:
—Uçan ayakkabılardan istediğim için özür dilerim, diye gülümsedi. Ama babama, başka türlü kavuşmam mümkün değil ki!