<$BlogItemBody$>
Biliyor musun en çok mektuba başlamam gereken hitap şeklinde zorlandım. Bir başlasam sonu gelecekti eminim! Ama sıradan sözcükleri hiç yakıştıramadım sana, yapmacık sözlere konduramadım seni... Sonra sana hiç mektup yazmadığım aklıma geldi, içim burkuldu, canım acıdı...Bu mektubu sana gurbetten yazıyorum; sesine sözüne hasret, yüzüne hasret, sıcağına hasret gönlümle başlıyorum mektubuma. Seni o kadar çok özledim ki; Meğer hiç bir kucak seninki kadar sıcak değilmiş, hiçbir acı senin yokluğuna bedel değilmiş. Hiç ama hiçbir hasret senin özlemin kadar yakmazmış içimi.
En acısı, dost bildiklerim, yâr seçtiklerim toplanıp bir araya gelseler, senin çeyreğin bile edemezmiş. Bilsen ne zor bunları itiraf etmek kendime ve sana... Gurbet bile gururumu söndüremedi. Hâlâ gururlu, şımarık, kucuk kızınim. Hayır, hayır yavrunum. 'Ben artık bir genç kızım, başkalarının yanında bana yavrum deme.' derken bile böyle düşünüyordum inan. Şimdi içten bir seslenişine, Yavrum! hitabına öyle ihtiyacım var ki...
Hatırlıyor musun? İlk yürümeye başladığım anları anlatırken ellerimi bırakmadığın için sana kızdığımı, hırslandığımı ve bir an önce yürümek istediğimi söylerdin. Şimdi sakın bırakma ellerimi, anneciğim. Evimizin yumuşak halıları değil yürüdüğüm yollar, bir düşersem halim yaman. Ellerini, sevgini, duanı, desteğini ve sıcağını hiç esirgeme benden.
Hani küçükken en çok kimi seviyorsun diye sıkıştırıp dururdum seni. Ağzından "Seni!" cevabını alana kadar bırakmazdım eteklerini... Seni abimden, babamdan ve ablalarımdan kıskanırdım. Hâlâ büyüyemedim, hem şimdi daha çok kıskanıyorum. İçindeki sevgiyi ve gözlerindeki derin şefkati yalnız benim için sakla...
Ama yapamazsın degil mi? Ana yüreği dayanmaz... Senin sevgin hepimize yeter, ana olunca ben de anlarım değil mi? Aslında en çok bu huyunu seviyorum. Adaletini ve yufka yürekliliğini, anne şefkatini... Fakat hâlâ babam işe giderken boşalan yatağını en çok benim hak ettiğimi düşünüyorum.
Seni öyle özledim ki!..
Şu bilmem kim tarafından icat edilen telefon bile dindirmiyor içimdeki hasreti. Gurbetin yağmurları, söndürmeye yetmiyor içimde büyüyen ateşi... Beni buralara yollarken, "Daha güçlü ol!" diyordun ya, sana kavuşunca öyle bir sarılacağım ki, gücüme şaşacaksın. Sevgimin gücünü sen de anlayacaksın.
Yılların yükünü çekmiş, yorgun ama dimdik omuzlarını özledim.
Dolaplarımı düzenlerken, eşyalarıma bakıp bakıp ağladığın duyuyorum. Yahut arkadaşlarımla konuşurken gözlerinin dolduğunu... İçim acıyor ama bilsen nasıl seviniyorum. Yokluğuma alışamamış olman, mest ediyor beni...
Puslu gözlüm, dert ortağım! İnan içim içimi yiyiyor, ya bitmezse gurbet geceleri, ya geçmezse hasret saatleri, ya vuslat ateşiyle bindiğim mavi tren getirmezse beni... Uzar da yollar kavuşamazsam sana, ya özlem alışkanlık olur da unutursan beni.
Ama beni unutmaman için hep dağınık bırakacağım odamı. Söylene söylene toplarken, yine gözyaşların ıslatacak eşyalarımı. Babam yine dalga geçecek, anlatacak bir bir ağladığını. Ya ben...
Arkadaşlarım çınlatacak odamın duvarlarını, hep anne kokan ilâhilerle... Güçlü ol demiştin ya, ben de yorganı çekmeden başıma hiç ama hiç ağlamayacağım. Ama sonra, Allah ne verdiyse...
Anneciğim! Gözyaşlarım söndüremez içimde yanan ateşi... Çünkü yokluğun, bilmem kaç nüfuslu şu kocaman şehirde kendini yapayalnız hissetmek gibi, imkânsız bir şeyi diz çöküp de Yaradan'dan dilemek gibi.. En azaplı günahlardan sonra sızlayan vicdanım gibi...
Gül kokulum, puslu gözlüm!
Sakin sensiz, sevgisiz ve duasız bırakma beni... Sevgilerle... Beş parmaktan biri...