<$BlogItemBody$>
Bir Batılının, 10. Yüzyılda Müslümanların hastanelerini tasvir eden mektubudur:“Sevgili babacığım, benden, para getirmenin lazım olup olmadığını soruyorsun. Taburcu edilirsem hastaneden bana bir kat yeni elbise ve hemen çalışmaya başlamak zorunda kalmayayım diye 5 altın verecekler. Onun için süründen davar satmana gerek yok. Ama beni burada görmek istiyorsan hemen gelmelisin. Ben operasyon salonunun yanındaki ortopedi servisinde yatıyorum. Eğer büyük kapıdan girersen güneydeki revak boyunca yürü. Düştükten sonra beni getirdikleri poliklinik oradadır.
Her odada akarsu var!
Orada her hastayı önce asistan hekimler ve öğrenciler muayene eder. Yatması gerekmeyene reçetesini verirler. O da hastane eczanesinde ilacını yaptırır. Muayeneden sonra beni orada kaydettiler. Sonra başhekime götürdüler. Daha sonra bir hademe beni erkekler kısmına taşıdı, hamama soktu, tam bir hastane elbisesi giydirdi. Sonra kütüphaneyi sağ tarafta bırakır ve başhekimin öğrencilere ders verdiği büyük konferans salonunu geçersin. Avlunun solundaki koridor, kadınlar tarafına gider, onun için sağ tarafı tutmalısın. İç hastalıkları bölümü ile cerrahi kısmının önünden geçmelisin. Kuş ve akarsu sesleri arasında biz orada kitaplarla oyalanırız. Başhekim bu sabah, asistan ve bakıcılarla viziteye çıktığında beni muayene etti, servis hekimine anlamadığım bir şeyler not ettirdi. O da sonradan bana, bir gün sonra ayağa kalkabileceğimi ve çok geçmeden taburcu olabileceğimi söyledi. Ama canım buradan çıkmak istemiyor. Yataklar yumuşak, çarşaflar bembeyaz, battaniyeler yumuşak ve kadife gibi. Her odada akarsu var, soğuk gecelerde her oda ısıtılıyor. Hemen her gün midesi kaldıranlara kümes hayvanları ve koyun kızartmaları veriliyor. Benim yatak komşum bir hafta kendini olduğundan fazla hasta gibi gösterdi. Sadece o yumuşak tavuk göğsü etlerinin birkaç gün daha tadını çıkarmak için...”